Ben çok küçükken tek katlı, bahçeli bir evde otururduk. Çok hatırlayamıyorum o günleri. Tek hatırladığım bir keresinde bahçede ağabeyimle çamurdan pasta yaptığımız. Üzerine yere düşen çürük elmalardan birini koymuştuk, elmalı pasta olmuştu. Ağabeyim balık şeklinde pasta yapmıştı. Hayran kalmıştım. Sonra kurabiyeler yaptık çamurla. Pastahane açtık. Daha ben ilkokula başlamadan o evden taşındık. Babam hâlâ söylenir anneme, “Çocuklar ne güzel bahçede oynuyordu, sen zorla apartmana taşındın!” diye. Annem de hâlâ açıklama yapar, “Canı çıkan bendim tabi! Kuduruyorlardı bahçede bebelerin!” diye. “Aaah ah işte kimi bulamaz, bulan da kıymetini bilemez,” dedim durdum ben de bebelerim olalı, “Keşke bir metrekare bir bahçem olaydı. Bu bebeleri ne kadar rahat büyütürdüm.” İşin açıkçası kazın ayağı hiç de öyle değilmiş!
Uzun süredir istediğim bir kitap vardı. Geçenlerde alma fırsatı buldum. Tübitak yayınlarından, Doğadaki Son Çocuk.
Acayip kallavi bir kitap. Görünce gözüm korktu. Tuğla kalınlığında. “Ehehe niye doğadaki son çocuk dedikleri belli, bu kitabı basmak için doğada kalan son ağaçları da kesmişler,” diye güldüm kitabı görünce. Kitabı okumam epey uzun sürdü. Hem zor okunuyor, hem de okudukça uzuyor! Biraz canım çıktı bu süreçte ama süper şeyler de öğrendim. Doğanın çocukların zekasını, hayal gücünü, dikkat yeteneklerini nasıl geliştirdiğini okudukça da hayıflandım anam o bahçeli evden çıkarıp bizi apartmana mahkum etti diye. Aaah ah ben doğadan koparılarak üstün zekalı olma fırsatını kaçırdım, bari bebelerimin böyle bir fırsatı olaydı!
İşte böyle bir zamanda Tonton Anneanne Tatil Köyü‘ne adım attık. Burası benim için bulunmaz bir ortamdı. Hem pırıl pırıl temizdi, güvenliydi, güzeldi, hem de kitapta öğrendiklerimi uygulayacak, bebelerimin zekasına zeka katacak, ince motor gelişimlerini yağlayacak, hayal dünyalarını genişletecek, el becerilerini üst düzeye çıkaracak… birçok alan vardı. Artık bir kere demir almıştık metropolden, doğaya dönüyorduk! Heyt be!
İlk gün mükemmeldi. Akılları yeteli ilk kez bahçeli bir evde olmak çocuklara çok tuhaf geldi. Oğlan her iki dakikada bir kapının eşiğinde durup “Anneciğim, dışarı çıkabilir miyim?” diye sordu. Eşikten geçince de “Anneciğim, içeri girebilir miyim?” diye sordu. Bir dışarı, bir içeri, başımızı döndürdü. Anladım ki ilk kez yalnız dışarı çıkabilmenin hazzını tadıyordu. Kendince artık büyümüştü!
İkinci gün ortama ısınmaya başladı. Gözleri merak ve muzırlıkla fıldır fıldır dönüyordu. Durumdan istifade edip tıpkı kitaptaki gibi hemen bir “Doğa yürüyüşü” başlattım.
Yol boyunca bitkilere, akan küçücük dereye, börtü böceğe hayranlıkla baktılar. Benim de göğsüm kabardı. “Ulen ne iyi anneyim be! Bebelerimi ne de güzel yetiştiriyorum,” dedim. “Doğa kaşifleri” koyduk adımızı. Neler neler keşfettik.
Üçüncü gün benim bebeler, özellikle de oğlan doğaya pek bir alışmıştı. Artık dışarı çıkmak için izin almıyor, börtü böceği, bitkileri kendi başına inceliyordu. Ben de tabi ki çok mutluydum.
Daha sonraki günler oğlanın doğaya alışkanlığı maksimum düzeye ulaştı. Suyu kaynamaya başladı. Metropol yerliliğinden tamamen sıyrılmıştı. Sanırsın ki Tarzan, doğada doğmuş da büyümüş. Artık lafımı dinlemez oldu. Ne söylesem, “Ben biliyorum annea!” diye beni terslemeye başladı. Sokak terliğiyle evde dolaşmaya, börtü böceği eve taşımaya, evde ne varsa sokağa götürmeye başladı. Aynı günün akşamı tadını merak ettiği için karınca yediğini (evet, yanlış duymadınız karınca yemiş!) öğrendim!
Çok kısa bir süre içinde de bağ arasından gelen sulama suyunu fark etti. Oyuna başladı. Oyunu, bin kere tembihlememe rağmen kana kana mikroplu suyu içtiğini fark etmemle son buldu!
Baktım ki gidişat kötü, doğada başıboş bırakmaktansa yine ilgimi üzerinden eksik etmemeye karar verdim. Çamur yapıp oynaması için malzeme verdim.
Başta gayet güzel oynuyorlardı ama oğlan oyunun sonunu çamur banyosu yaparak bitirdi. Ben “Lan çamurdan pasta yapın, kek yapın,” diye bağırdıkça oğlan “Ahahhaa pasta ben oldum anneaaaa” diye sevinç naraları atıyordu.
Ertesi günlerde oğlanın her dışarıya çıkışı bana kâbus olarak geri dönmeye devam etti. Bir gün baktım -çok affedersiniz- kesif bir b.k kokusu sarmış dört bir yanı. Nereden geliyor diye bir aradım ki o da ne! Koskoca doğada yer yok gibi oğlan gübre yığınını bulmuş, onunla oynuyor!
Muzırlıkları bununla da bitmedi. Duvar örülen taşları itinayla yıktı, iki kere bahçe duvarından atlayıp kayboldu, evin çatısına tırmanmaya kalktı, bahçe ilaçlama hortumunu kaçırdı, ağaçları yoldu, salyangoz ezdi… Gelmeden iki gün önce de kahkahalar atarak bahçeye işemeye başladı! Önce bostanı suladı, ardından önüne nere çıkarsa işedi gezdi! Çıldırdım! “Oğlum niye böyle yapıyorsun?” diye sordukça da ben “Ahahahha çünkü ben vahşi bir hayvan oldum anneaaa!” diye naralar attı. Açıkçası bu kadar da doğallaşacağını tahmin etmiyordum.
Anladım ki doğaya dönüş bize hiç yaramadı. Oğlan kudurdu! O doğada zekasını geliştirdikçe, ben yavaş yavaş aklımı kaçırmaya başladım. En sonunda daha fazla dayanamayarak “Bu kadar zeka yeter!” dedim ve evimin yolunu tuttum. Her şeyin olduğu gibi zekanın da fazlası zarar tabi.
Önemli not: Canım annem, o bahçeli evden niye taşındığını şimdi anladım. Hak veriyorum, öptüm.
Bence az daha duraydın oda alışacaktı doğal hayata. Yteter mi çocuğa o kadar kısa zamanlı doğa yaşamı. Her eşyin b.kunu çıkarıp bir süre sonra rutine dönecekti bacım 🙂
hmm seneye bi de onu deneyim 🙂
secce allam ya çok güldüm çok 🙂 bizim de böyle oluyor yazlıkta ne izin alma ne bişey… pürü özgür olduklarından seviyorlar 🙂
🙂 yaww secce biz de az once ablamla seneye yaz köye ev yaptirma planlari yapıyorduk. sirf veletler enerjisini atsin istanbuldan betonlardan uzaklasip dogal yasami görsünler diye. oldu mu bunun üzerine bu yazi bacim 🙁
ehehe sizi masraftan kurtardım:)