Küçükken annem bizi Tatilya’ya götürmüştü. Şimdi düşündüm de acaba hangi dağda kurt öldü de anam eğlence merkezine para verdi diye, aklıma geldi, komşumuzun kızının doğum günüymüş. Doğum günlerinde nüfus cüzdanını gösterip bedava girebiliyordun. Bir kişi bedava girecek diye on kişi para bayılmıştık. Tabi annemin razı olması zor oldu. İçeri giriş kişi başı bilmem kaç tl. E o parayı verince içeride uzun süre durman lazım ki para boşa gitmesin. Bu sefer de karnın acıkır. E dışarıdan yiyecek getirmek yok. İçeriden alsan dünya para. Ohoooo, evin yolu bulunmaz. Komşumuz annemi ikna etti, “Bakma sen yiyecek yasak dediklerine, çantamızda gizlice sokarız.” Yaptılar da. Ahahha. Her zamanki gibi orada yiyeceğimiz yemeğin fiyatı hesaplanarak karşılığında kıyma alınıp ekmek arası köfte yapıldı. İçecek de marketten aldık. Orada kim bilir kaç liradır. Meyve bilem dilimlenip hazırlandı. İçeride yesek bu kadar şeyi kim bilir kaça patlardı!
Neyse efendim, geldik biz Tatilya’ya, biletler alındı. Kapıda kocaman yiyecek ve içecekle girilmesi yasaktır yazıyor. Bizimkiler zaten çantada gizli. Kapıdan giriyoruz. Aaa o da ne! Kapıda X-ray yok mu! Hani şu çantaların içindekini gösteren! Ben orta okula gidiyorum. Aklım kesiyor. Başımıza gelecekleri tahmin edip utanıp kaçtım. Bizimkiler çantayı koydu, çanta gidiyor, başındaki görevli çantadaki Halil İbrahim sofrasını fark etti, “El-insaf piknik sepetiyle gelmişler. Kimin bu çanta?” dedi. Tek akıllı ben değilmişim, ahahha, bizim çantacılar hep sağa sola kaçışmışlar. Çantayı sahiplenen yok. Adam çantanın sahibini arıyor. Utanıp da kimse gidip alamadı. Lan kebaplar kaldı içinde çantayı bırakmak olur mu orada! En son grubun en küçüğü bacımı gönderdik, çantayı al da gel diye. Tin tin gitti, aldı geldi. 😉 Ay ne utanç verici gündü ya. Çantayı almak neyse de bir de içeride gizlice yeme durumumuz var ki ooof of; Allah kimseyi o hale düşürmesin. Rezillik! İşte ta o zaman kendime söz vermiştim, anam gibi olmayacağıma, üç kuruşun hesabını yapmayacağıma. Tabi nereden bilebilirdim günün birinde anamı bile geçeceğimi?
Ağustos ayında Tonton Anneanne Tatil Köyü’ne gittik. Aslında çok uzun süredir arabayla gitmeyi planlıyorduk, ama işler tahmin ettiğimiz gibi gitmeyince uçak bileti almak gerekti. Biliyorsunuz, uçak biletini erken alırsan ne âlâ, son günlere kalırsa çok pahalı oluyor. Ben de oturdum bilgisayarın başına, neredeyse yarım gün bilet aradım. Hangi uçakla, ne zaman en uygun fiyata gideriz diye. En sonunda en ucuz bileti buldum! Pazartesi sabahı 6 uçuşu! Ve tabi ki karşıdaki havalimanından. Her seferinde yemin ediyorum bir daha oradan binmem diye ama bilet fiyatları ortaya dökülünce yine tıpış tıpış gidiyorum. Neyse efendim, gece stresten uyuyamadım, uçağı kaçırırız, bilet yanar diye. Gecenin bir yarısında yola döküldük. Ona rağmen zor yetiştik uçağa.
Bindik uçağa gidiyoruz. Bebeler tabi sağı solu keşfetme derdinde. Hemen ön taraftaki broşürü çıkardılar bakıyorlar. Menü sayfasını açmışlar. Fiyatlara bakıp güldüm. Ben ki üç kuruş daha ucuz bilet alacağım diye yarım gün bilgisayar önünde bilet aramış, bütün gece uyumamış, gecenin iki buçuğunda çocuklarını kaldırıp üç buçuğunda bebe belik yollara dökülerek kıtalar arası yol gelmiş, güneş doğmadan uçağa binmiş insanım; bana bir Haribo’yu beş tl’ye satabileceğini mi sandın? Ay bari Kayseri uçağında yapma şunu ya. Ehehehhe. Başıma gelecekleri bildiğim için Allah’tan çantayı doldurdum ben bir gün önce BİM’den. ;)Tabi matematik yetenekleri henüz benim kadar gelişmeyen bebelerim menüye bakıp salya salgıladı. “Annecim, karnım acıktı, bir şey alalım mı?” dedi oğlan. “Çantamızda yiyeceğimiz var, buradan almayalım çok pahalı” dedim. İkna olmadı. “Sandviç alalım mı, çok canım çekti,” dedi. Göz ucuyla sandviçe baktım. Yuh! 12 tl. Şimdi onu alırım vay kuru kuru mu yiyeceğiz der. Sözde ekonomik menü var: Sandviç + içecek + kek = 24 tl. Yuh ki ne yuh. E bir ona alsam olmaz. Kıza da alınacak. Ay benim de canım çeker, hiç dayanamam valla sokakta yeyip içmeye. Üçümüze alsam, uçak bileti sandviç yanında promosyon fiyatında kalacak. Ay bir de sandviç yaa sandviç. Hayır dedim tabi ki de. Az sonra Tonton Anneannenin zengin çeşitli, açık büfe kahvaltısına ulaşacağız. İyice acıkın ki çok yiyin. Hadi bakalım. Oğlan bir iki kere daha sandviç isteyecek oldu, ağzına çubuk kraker tıkıp konuyu kapattım.
Neyse efendim, bebeler yiyecekten ümidi kesti, uçuyoruz hâlâ. Benim başım nasıl dumanlı. Gece hiç uyumadım, bir sürü de çene yetiştirdim bebelere, gözümü zor açıyorum. Koridor sırasındayım. Kafamı zor tutuyorum artık. Önüme düşüp düşüp kalkıyor. Bebeler de koltuktan kalktı, ayak basılan yerde oyun oynuyorlar. Ses çıkaracak halim yok. Bir an uykuya dalmışım. Gözümü bir açtım ki oğlanın elinde kocaman bir can yeleği? “Bu ne oğlum?” “Şey annecim, koltuğun altında buldum da.” Hasbinallah. Hep merak ederdim, gerçekten de dedikleri gibi koltuğun altında can yeleği var mı diye. Varmış. 😉 “Koy çocuğum onu yerine!” O an tekrar dalmışım. Gözümü bir açtım, oğlan gözüme bir şey sokuyor. Bu ne? CÜZDAN! Haydaaa nereden çıktı? Koltuğun altından bulmuş. Bir yerden yürütmemiştir umarım! Baktım önümüzde bir adam oturuyor. Kesin onundur. Affedersiniz, affedersiniz dedim ama uyuyor rolü yaptı. Ben de kıza verdim, götür hostese ver diye. Kız götürüp verdi. Hostes de adamın adını anons etti. Fırladı öndeki yerinden. Ehehhe, ben deyince kalkmazsan böyle fırlatırlar işte. Hostes ona cüzdanı uzatırken kızımın saçını okşayıp, “Aferin akıllı çocuklar” falan gibi bir şey dedi. Adama da çocuklar bulmuş dedi. Adam döndü teşekkür üzerine teşekkür ediyor, minnettar kalmış bize. Umarım çalmamışlardır dedim içimden ehehhe. He hı dedik adama rica ettik.
Artık inişe geçtik. Bebeleri bağladım. Uçak indi. Ben de telefonumu açıp haber vermeye çalışıyorum indiğimizi. O sırada adam arkasını dönmüş benim bebelerle konuşuyor. Yine teşekkür ediyor belli. Off çok da ilgilenmedim. Teşekkür edecek, rica edeceğiz, ne demek görevimiz falan filan. Hiç cümle kuracak halim de yok. Yorgunum. O sırada bir döndüm ki oğlanın elinde kırmızı bir para. Bu da ne? Öndeki amca vermiş. Adama döndüm, “Ay lütfen para vermek ne demek. Çocuklar yapması gerekeni yaptı. Lütfen geri alın paranızı.” Adam demesin mi “Yok abla, ille kalsın, çocuklara sandviç nii alırsın.” AHAHHAHAHAHA. Duymuş demek ki muhabbeti. REZİLLİK!
Bebeler de nasıl mutlu amca harçlık verdi diye. Uzatmadım muhabbeti artık. İndik. İnince baktık paraya. 10 EURO. Tüh sandviç yerine İskender deseydim keşke. Ahahhaha.
Gördüğünüz gibi dostlar bebelerle bir yere gittiğimde bırakın bütçe açığı vermeyi, anama rahmet okutarak kâra bile geçmeyi başarıyorum! Anamın açtığı yolda, kurduğu ülküde, gösterdiği amaçta hiç durmadan yürümeye devam ediyorum.
Iki kurusun hesabini yaparken omrumuz gidiyor secce kuzu, bence artik degismeliyiz 🙂
çok geç hatice, DNAmıza işledi gari. ;(
Ay çok hoş?
😉
ay ömrüne bereket kuzu secce, sabah sabah iş yerinde uyuyordum, ne iyi geldi anlatamam 😀
😉 patrona benden selam söyle eheheh
Muhteşemsiniz ama 😀 Hele kayserinin şivesini okurken gülmekten kırılıyoruz, çok yaşayın, hayırla sağlıkla inşallah.. 😀
çok teşkkür ederim
Aslında iki kuruşun hesabını yapmak değil bence, enayi yerine konmayı kabullenememek. Hepimiz yaparız bu hesabı. Hak eden yerde cebimdeki son kuruşa kadar harcarım, hak etmeyen yerde bir liranın hesabını yaparım.
Bir arkadaşım sayesinde az önce öğrendim burayı ve büyük bir zevkle okuyorum yaşanmışlıkları.:)
hoşgeldin kadriye. çok şanslısın. okuyacak yeni 500 yazın var. millet senin yerinde olmak için neler verirdi biliyor musun eheheh. 😉 eğleneceğini umuyorum, sevgiler.