(Daha önceki madam yazıları için bkz. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8)
Aslında birkaç haftadır taslakta bekleyen bu yazının başlığını “Ödev Savaşları” yapacaktım. Az buz değil, üç hafta bu savaşın ortasında kan kaybından ha geberdim ha gebereceğim diye bekledim. AMA KAZANDIM ARKADAŞ, KAZANDIM! AHAHAHAHHAHA! Evet, yanlış duymadınız! 9 Ekim 2016 Pazar günü, yerel saatle 16.09’da evdeki ödev savaşlarının galibi olarak -inşallah- bir daha çıkmamak üzere muharebe meydanını terk ettim. Nasıl mı oldu? Anlatacağım, ama maşallah diyeceksiniz ha! Bak valla nazar ederseniz, toplarım bebelerin pılını pırtısını, postalarım size. Akşam el ele el ele ödev yaparsınız. 😉
Birinci sınıfın en zor yanının ödev çilesi olduğunu biliyordum. Çevrem sümük sallayarak ödev yapmayacağım diye zırlayan çocuk dolu. Açıkçası daha çocuklar okula başlamadan ödev kaygısı düşmüştü bana da. Her şeyden önce çocuklarımı şimdiye kadar istemedikleri bir şey yapmaya zorlamadım. Ayrıca içimde, derinlerde uyuyan ebeveyn canavarını uyandırmaktan da korkuyordum. Hiç ilgilenmeyim, ne halleri varsa görsünler desem, e ne yazık ki bu iş iki taraflı değil. Bir de öğretmen faktörü var. Velhasılı kelam, çocuklar ödev yapacaktı bir şekilde ama ne şekilde?
Çocuklara ödev yaptırmanın tek yolunun bu işi istetmek olduğunu biliyordum. Okul başlamadan uzun süre önce “Ayyy ne güzel yaaa, siz yakında okumayı yazmayı öğreneceksiniz. Birlikte ne güzel kitaplar okuyacağız, neler neler araştıracağız, ders çalışacağız, ödev yapacağız…” diye veriyordum gazı, veriyordum gazı. Okul açılmadan kısa bir süre önce çalışma odası ayarladık kendimize. Masalarını oturma odasına taşıdım. Tam karşılarına da kendi masamı ve bir de kitaplık koydum. Artık burası bizim ofisimizdi. Burada birlikte çalışacaktık. Herkes masasında kendi işiyle uğraşacaktı. Ben çalışıyorum ayağında çaktırmadan internette gezecektim, bebeler de ödevlerini yapacaktı. Hayaller, hayaller… 😉
Okul açılınca, malumunuz iki ayrı sınıfa düştüler. İlk veli toplantısında iki öğretmen de birinci sınıfın ödevlerinde velilere çok iş düştüğünü vurguladı. Uzun lafın kısası ikisi de “çocuklarınıza ödevlerini yaptırın!” dedi.
Oğlanın ödevi ilk günlerde hemen başladı. Çalışma masası da hazır. Ödev yapacağım diye hevesle geldi. Onu gören kız zırladı ödev yapmak için. Vay öğretmeni niye ödev vermemişmiş, vay o da ödev yapmak istiyormuş. Allem ettim kallem ettim, ama kızın elinden çalışma kitabını alamadım. O gazla epey ilerledi kitapta.
E iyi. Madem yapmak istiyorlar, yapsınlar. 😉
İlk haftanın sonunda epey değişti olayın seyri. Kızın öğretmeni de ödev vermeye başladı. Ama azıcık bir şey. Oğlanın öğretmeni arayı epey açtı. Fotokopisi ayrı, kılavuz defteri ayrı, normal defteri ayrı, dergisi ayrı, kitabı ayrı… Ayrıca telefondan da her gün mesaj atıyordu: “Sayın velilerim, lütfen ödevler eksiksiz yapılsın. Sayfa düzeni çooooook önemli. Güzel yazmak çoooook önemli. Kuralına göre yazsınlar, güzel yazsınlar… Ödevleri yaptırın! Ödevlerini eksiksiz yaptırın!”
Oğlandan beklediğim sümük ve zırıldı çok kısa sürede geldi. “Hüüüü kardeşimin ödevi çabuk bitiyor da benimki niye bitmiyor? Hüüüüü!” O an en sadistik tavrımla Erol Taş kahkahası atıp “Ben sana bacının sınıfına geç demedim mi küçük oğlan! Beni dinlemedin. Bunlar hep başına ana sözü dinlemediğin için geliyor, oh olsun sana! NİHAHAHAHHAH!” dememek için kendimi zor tuttum. Yapacak bir şey yok artık, tekrar gündem edip de çocuğu üzmeye gerek yok. Öğretmeninin çok ödev vermesini kendi suçu sanmasın. “Senin ödevin bu kadar, onunki bu kadar, her şeyiniz aynı olacak diye bir şey yok ya,” dedim.
Ödev yaparken çok sıkıldığı için başında sevdiği bir kitabı okumaya başladım. Nasıl olsa sadece çizgi çiziyordu, dinlerken zevkle yapardı. Tahmin ettiğim gibi oldu da.
Her ne kadar o bir sayfa yazana kadar 57 sayfa kitap okumam gerekse de, yapıyordu ödevini işte. Ama ödev bittiğinde benim dilim sarkmış oluyordu. Zaten o saate kadar canım çıkıyordu, bir de bir türlü bitmek bilmeyen ödevler için arka fonda sürekli kitap okumak çok zor oluyordu.
İkinci ve üçüncü haftalar çok ama çok çetin geçti. Oğlan inanılmaz derecede yavaş yazıyordu. Ayrıca çizdikleri Çin alfabesi gibiydi. Şekillere kıvrım veremiyor, çok sert çiziyor, kesik kesik çalışıyordu. Yaptığını beğenmiyor, istediği gibi de yapamıyordu. Ve tabi ödevleri de bir türlü bitmek bilmiyordu. Ben üstüne düşmek istemedikçe öğretmenden mesaj geliyordu: “Güzel yazsınlar, eksiksiz yapsınlar, ilgilenin, ilgilenin…” Stresten boğuluyordum. Artık ödev onun ödevi olmaktan çıkmış, benim ödevim olmuştu. Öyle ki okul çıkışı çaya çorbaya çağıranlara, gelemem ödevim var demeye başlamıştım.
Ödev başına oturmak dert değildi, ikisi de ödevlerini yapmak istiyordu. Kız, kızdı işte. Hem hızlı, hem düzgün yapıyordu. Ayrıca seviyordu da kâğıtla kalemle uğraşmayı. Oğlan da hevesle geçtiği ödevinin başından ödevi bitirip de bir türlü kalkamadığı için geriliyordu. Yorulunca verilen moladan bir türlü geri dönmek istemiyordu. Benim de zaten canım çıkmış, bir an önce bitsin gitsin istiyordum. AMA TOSBAĞA HIZIYLA İLERLEDİĞİMİZ ÖDEV BİR TÜRLÜ BİTMİYORDU!
Bir gün hiç unutmuyorum, yine masa başında cebelleşiyoruz. O an akşam ezanı okundu. Oğlan bana döndü. “Bu akşam ezanı mı anne?” dedi. “Evet” dedim. Dudakları aşağı sarktı, “Ama biz daha dışarı çıkamadık” dedi ve ağlamaya başladı. Ciğerim parçalandı. Teselli etmek istedim. “Canım oğlum, inan bana bu ödevin benim için bir önemi yok. Yapmasan da olur. Ama yarın öğretmenin yapmadın diye bir şey der, sınıfta mahcup olursun diye korkuyorum” dedim. “Sen merak etme annecim, ben konuşurum öğretmenimle hallederim” dedi. Güldüm. “Ne diyeceksin öğretmenine?” dedim. Şöyle diyecekmiş:
Anlaşılan ya konuşamamış ya da konuşması işe yaramamıştı ki ertesi gün yine ödevlerle geldi. Ve sonraki gün de… Artık her günümüz çileydi.
Önceki hafta cuma günü ödev konusunu açmadım. Cumartesi de dışarıdaydık. Pazar sabahtan ödev başına oturduk. Epey yaptık ama hafta sonu ödevi çok oluyor tabi. Bitmedi. Akşama da misafirim var. Oğlan ödevden kaçmaya çalıştıkça “Bak hemen bitsin ödevin ki akşam misafirin yanında rahat otur” diyorum. Arkamı dönüyorum yine kaçıyor. Mola verdik. Bir buçuk saat! Döndüm. Dedi ki “Anneciğim, biraz daha mola yapabilir miyim?” Kardeşiyle çok komik bir oyun oynuyorlar, neşeyle gülüyorlardı. Ama misafir gelecek! Onların yanında da mı hadi hadi diyeceğim? Çok darlandım. “Sen bilirsin,” dedim. “Bu ödev benim değil. Senin ödevin. Sen artık büyüdün. Kararlarını sen ver. İstersen molayı uzat, istersen hemen yap. Ama şunu bil ki bir daha ödevini yap demeyeceğim.” “Tamam, molayı uzatıyorum,” dedi sevinç çığlıklarıyla bacısının yanına döndü.
Ödevin büyük bölümünü yapmıştı zaten. Son üç fotokopisi kalmıştı. Onlar da olmayı versin dedim. Hiç umudum yoktu geri dönüp ödev yapacağı konusunda. Zaten az sonra misafir geldi. Konu tamamen unutuldu. Yemek yendi, çay içildi… Saat 9 civarı kız mızırdanıp duruyor. “Ne oldu?” dedim. “Oyun oynuyorlarmış, kardeşi oyunu bırakmış, ödeve oturmuş.” Vay canına sayın takipçiler, neler oluyordu böyle?
Kafamı oturma odasına uzattım. Küçük adam oturmuş ciddiyetle ödev yapıyor. Beni gördü, “Molam bitti anneciğim, ödevime döndüm” dedi. Gözlerim yaşardı yeminlen!
Beynimde bir ışık yandı! Okul açıldığından beri hayretle çocuklarımı izliyordum. Hayret, saatlerce benden uzakta nasıl kalabiliyorlardı? Hayret, kendi işlerini nasıl da kendi başlarına halledebiliyorlardı? Hayret, eşyalarına nasıl sahip çıkıyorlardı? Vay be demek ki “Biz artık büyüdük, Büyükler Okulu’na gidiyoruz” diye boşa demiyorlarmış. Gerçekten de büyümüşler. Ama ben hâla ödev sorumluluklarını alabileceklerini düşünmüyordum. İyi de ben değil miydim, bunlar el kadarken bile “Kendim yapabilmem için bana yardım et” sloganını benimseyen? Ayol koskoca madam boşuna mı oldum? Daha ne koşuyorum deli gibi bebelerin peşinde?
Ertesi gün okul çıkışı çocukları karşıma aldım: “Beni iyi dinleyin yavrucuklarım dedim. Siz artık büyüdünüz. Kendinizle ilgili bir çok kararı kendiniz verebilirsiniz. Artık Büyükler Okulu‘na gittiğiniz için ödev gibi bir sorumluluğunuz var. Bu sorumluluğunuzu da kendiniz yerine getirebilirsiniz. Bundan sonra size ödev demeyeceğim. Hatta artık çizgi film izlemek için benden izin almanızı da beklemiyorum. Çünkü siz bir gün içinde neyi ne zaman yapabileceğinizi kendiniz ayarlayabilecek yaştasınız. Kurallarımız belli. Akşam ezanından sonra dışarı çıkmak yok. Her gün ödevler yapılacak. Dokuzda da yatılacak. Bunlara uyarak ne kadar oyun oynamak istiyorsunuz, ne kadar çizgi filme bakacaksınız, ne zaman ödev yapacaksınız… kendiniz ayarlayın.”
İlk birkaç gün samimiyetimi denediler. Oğlan sabah 8’e yirmi kala sokağa çıkacağını söyledi. “Sen bilirsin, karar senin. Sekiz buçukta hazır olup okul için evden çıkacağız. Ona göre ayarla dönüşünü dedim.” Çıktı. Biraz sonra geldi. “Okul için hazırlanmaya geldim” dedim. Güzeeel!
Çizgi film izledikten yarım saat sonra tekrar izlemek istediler. Mutfaktayım. Kız dedi ki “Kardeşim, annemiz izin vermez. Daha yeni izledik.” Oğlan dedi ki “Kardeşim kararlarımızı verebilecek yaştayız. Sormayacağız ki.” Açtılar, kulakları da bende. Bir şey diyecek miyim acaba? İlgilenmedim. Dediler ki “Annecim biz yine çizgi film açtık. Kendi kararımızı kendimiz veriyoruz ya.” Nasıl isterseniz dedim. Biraz izleyip kapattılar. (Açıp kapatmayı bilmeselerdi, sürekli açmak isteselerdi o zaman yeni bir kural koyardım: Günde iki kez izleme hakkınız var. Şu kadar süre. Ne zaman olduğunu siz ayarlayın. Şimdilik böyle bir şeye gerek olmadı şükür. İki üç bölüm izleyip kapatıyorlar.)
Birkaç numarayla daha test edilip onaylandım. Evet, anne ciddi, gerçekten büyüdüler, ve kendi kararlarını kendileri verebilirler. Pek havalılar. Şimdi şunu yapmak istiyorum, biraz bunu yapmak istiyorum, kendi kararımı kendim veriyorum…
Okuldan gelince ödevlerini gösteriyorum. Yapılması gereken bu, bu ve bu var. Ona göre kendinizi ayarlayın diyorum.
E tabi bazen bakıyorum geç saate kalacaklar. Ödev yetişmeyebilir. Onun için de B planı hazır:
İki kitap aldım. Serinin ilk iki kitabına bayılmışlardı zaten. 3 ve 4’ü de önceki hafta sonu aldım. (Aslında daha büyüklere göre kitap. Ama ben yaşlarına indirmek için gerekli yerlerde açıklamalar ve ufak değişiklikler yapıyorum.) Macerası inanılmaz sürükleyici ve komik. Kitapları görür görmez başıma bittiler oku, oku diye. “Bunları siz çizgi çalışması yaparken okuyacağım” dedim. “Çizgi çalışmaları için özel aldım.”
Bakıyorum ki vakit ilerliyor, ödevler riske giriyor. E tabi 7’de başlanırsa bitmez o kadar ödev. Ejderha kitabını elime alıp bir köşeye çekilip kahkaha atıyorum. Hemen başıma toplanıyorlar “Anneaaa ödav saatimiz geldi, haydi bize de oku!”
😉
Oğlanın ödevleri yine çok. Ama artık kendi kararı olduğu için daha severek yapıyor ve isteyerek yaptığı için de eskisine göre çok daha kısa zamanda bitiriyor. (Tabi biraz da alıştı çizgi çekmeye, o da önemli bir faktör.) Geçen gün saat dokuz oldu, ödevini bitiremeden yattı. Sabah kalktım ki altı buçukta uyanıp ödev başına geçmiş. Maşallah diyoruz huuu!
Kız için ekstra bir şey diyemeyeceğim. Anasının kızı işte. 😉
Böylece -her gün yaşayıp üç haftada anca anlatabildiğim- günlük çilemin son bölümüne geldik, sevgili takipçiler. Ödevlerden sonra yayın akışım şöyle:
20:00 akşam yemeği
20:30 ızcık mutfağı toplayış (kokacakları kaldır, ekmeği poşete koy yeter)
21: 00 zıbarış
Az ödevli, bol oyunlu, mutlu bir sene dilerim. 😉
Selcen hnm öncelikle maşaAllah diyorum umarım boyle devam eder.taktiklerinizi aklima not aldım kitap okuma fikrini cok tuttum.benimde aklimda arka planda dinleyebilecekleri bir ezgi veya kuran mı olsa idi boylece ezber falan yaparlar eş zamanlı degerler egitimi de aradan çıkmış olurdu.benimki daha kolaya kaçmak oluyor tabi…
gececim ben de radyo tiyatrosu açıyordum başta. ama şöyle bir durum var. gittikçe çizgi olayı azalıyor. artık okuyup anlayıp yapacakları ödevler başlıyor. sessizlikte daha rahat çalışır hale geliyorlar.
Ben şu linkteki(http://rixarixa.blogspot.com.tr/2016/10/my-letter-to-zaris-teacher-about.html) gibi bir çözüm bekliyordum ama sizinki çocukların kişisel gelişimi açısından daha güzel bir adım olmuş sanırım. Yine de keşke öğretmenler ödev işini abartmasa.
katılyorum. bir çocuk akşam oturup ortalama 3-4 saatini ödeve vermek zorunda olmamalı. 🙁
Karşı komşum Fatmanın(keşke biz de altını çizip önceki yorumlarımıza link verebilsek özendim şimdi bak) kızı da aynı üç-dört saat sürüyormuş.Kadın benle uğraşmayı bıraktı inan olsun ödavim var diye dolanıyor. ev ödevi yasaklanmamış mıydı ya o iş ne oldu?
ya herkeste bir yasaklandı lafı. bilmiyorum ki nedir. dün veli toplantısı vardı oğlanın. öğretmen dedi sınıfın en yavaşı oğlunuz. herkes bitirip onu bekliyor. benim hızlı gonzalezim bu durumlara düşecek oğlan mıydı beee. 😉 motor taktırcam hafta sonu. eheh
Maşallah maşallah.. Bu size çok söylenmiştir ama siz de maşallah zeki gadınsınız secce bacı 🙂 ben de analık yolunun başındayım, daha sıfır yaşında bir kızım var. Sizin çocukların sınırlar dahilinde irade kullanmaları tam da gelecekte benim çocuğumda görmek istediğim şey. Bunun için napiyim ben şimdiden? Bunun kitabı var mıdır? Yoksa Allah vergisi midir? Bebeklikten itibaren nasıl yetiştirilir huzurlu bir çocuk? Bununla ilgili araştırınca tonla şey çıkıyor karşımıza ama ben yaşayan güzel örnek gördüğüm için özellikle size sormak istedim.. Teşekkürler ve dahi tekrar maşallahlar 🙂
ooo hemen madam secce yazılarımı oku bacım. 😉 sonra da kendi yapabilmesi için ona yardım et. 😉