Hayatın normalleşmeye başladığının resmidir – III – Gezenti

Gönül isterdi ki şuraya şahane bir sofra resmi koyayım, görenlerin midesi guruldasın, salyası salgılansın, ağzı sulansın. Ama ne yazık ki şapşallıktan resim bile çekmeyi unutmuşum. Neyse borcum olsun. Siz şimdi gözünüzü kapatın, mis gibi bir sofra hayal edin. Pırıl pırıl tertemiz örtüler, göz alıcı bir pasta takımı ve üzerinde birbirinden leziz pastalar, börekler, salatalar… Başında da biri ben olmak üzere on beş – yirmi yıllık yedi arkadaş.

Evet, ortaokul arkadaşlarımla buluştum, bugün onun havasını atacağım size. Ama her zamanki gibi yine bu konuda tarih boyunca neler olmuş önce ona bakalım.

Efendim, başlığa gezenti yazdığıma bakmayın, ben gezme gezmeyi hiç sevmem. Öyle altın günü maltın günü, çay çorba partisi hiç bana göre şeyler değildir. Anca arkadaşlarımla buluşurum. O kadar. Yani bebeler doğmadan önce durum buydu. Ayda olsa olsa bir iki oturmam olurdu. Ortaokul arkadaşları, lise arkadaşları, üniversite arkadaşları. Allah’tan ilkokulu başka şehirde okumuşum. Başka da gezmem yoktu. Konu komşu gezmesine filan gıcık olurum. Hiç de katılmazdım.

Bebeler doğduktan sonra tabi kapı dışarı çıkamaz oldum. Evde çatladım, çatladım. O beğenmediğim gezmelerden biri olsa da gitsem hayali kurdum. Rüyalarımda pasta börek yedim.

Bir gün kapı çalındı. Bizim bebeler altı yedi aylık falanlardı herhalde. Tam hatırlamıyorum. Annemle bakıyordum o dönem. Bir komşu uğradı. “Siz de gelecek misiniz gezmeye?” dedi. “Ne gezmesi” dedim. “Aa duymadın mı, apartmana yeni gelin geldi. Tüm apartmanı tanışmak için davet etti,” dedi. Zamanında yeni gelinken her fırsatta tanışmak için bana gelmeye çalışan apartman komşularımı nasıl atlattığımı hatırlayarak “Çüş,” dedim. “O kadar insan davet edilir mi? Nereden baksan kırk iki daire var be!” “Aaa valla çağırdı,” dedi. “Bize gelen olmadı,” dedim. “Duymamışsındır,” dedi, “Bak şunu da çağırdılar, bunu da çağırdılar, tüm apartman çağrıldı ayol. Sen de gel,” dedi. Haa hıı dedim ama hayatta gidemem yani. İki bebeyle, daha çağrılıp çağrılmadığımı tam bilmiyorum, ne işim var ayol.

Anam dedi ki “Çok sıkıldın, hadi üstünü değiştirmek için bahanen olur, ben bebelere bakarım, sen dolan da gel.” Yok mok dedim ama canım da nasıl pasta börek çekti. Ay öleceğim. Annem de ısrar edince, tamam dedim. Hemen pijamamı çıkardım, yanlışlıkla başka bir pijama giydim. Alışkanlık tabi. Fark edince onu da çıkardım. Dolabımı açtım. Giyecek bir şey yok tabi. Yeni doğumdan çıkmışım. Göbek desen davul. Mutsuzluktan omuzlarım düşük, giysem de yakışmıyor hiç bir şey. Zaten bir şey de olmuyor üzerime. En son yer bezi kıvamında bir şey buldum. Geçirdim üzerime gittim. Saçımı da taramış mıydım acaba. Şimdi aklıma geldi de utandım ha. Neyse zaten maksat komşu falan tanımak değil, pasta börek yemek. En kötü ihtimal dilenci sanır da bir iki lokma verirler diye düşündüm.

İndim komşunun kapısına. Oooo alabildiğine ayakkabı var girişte. Pek kalabalık ha. Çekinerek zili çaldım. Çaldığım an pişman oldum. Lan ne işim var burada? Kaçayım dedim, daha kaçamadan ben kapı açıldı. “Buyurun,” dedi hanım. “Şey siz de oturma varmış. Beni de çağırdınız herhalde de evde yokmuşum, sahi çağırmış mıydınız?” gibi bir şey zırvaladım. “Aaa” dedi hanım, “Buyurun buyurun, tabi buyurun.” Lan çağırmamışlar beni, belli.

İçeri girdim ki ohoooo ev değil podyum. Herkes şıkır şıkır. Aptal kafa, ayağıma terlik de getirmemişim. Herkes çok şık, makyajlı, topuklu ayakkabılar, saçlar başlar yerinde… Ben bildiğin külkedisi. Zaten boyum kısa. Böcek gibi ezildim. Terliğimin olmadığını çaktırmamak için ayakucunda yürüyorum.

İçeri girer girmez pek görünmeyeceğim bir yer bulup saklandım resmen. Millet ikramını bitirmiş, son çayları içiyor. Bir iki kişi dışında kimseyi de tanımıyorum yemin ederim. Evin hanımı – yeni gelin- hoş geldiniz dedi. Çok güler yüzlü tatlı bir kızdı. Ezildim, ezildim. Herkes bana baktı. Kendimi tanıttım: “Şey, ben yukarıdaki ikizlerin annesiyim. Apartman çağrılmış ha.”

Meğersem apartman filan çağrılmamış. Tamamen kulaktan dolma, uydurma bir haber. Eş dost çağırmış kadın. Apartmandan da bir kaç kişi. Çok utandım. “Aaa olur mu nasibin varmış” filan dediler. Nasip deyince aklıma yiyecekler geldi, birden karnım guruldadı. Neyse dedim, nasibim varmış ne yapalım.

Hemen önüme bir tabak geldi. Sekiz çeşit vardı yemin ederim. Salatalar, tuzlular. Sonra bir de tatlı tabağı geldi. Oyy Allah’ım. Cennete mi düştüm? En az dört beş çeşit de tatlı. Hepsi birbirinden güzel görünüyor. Hangisine dalsam acaba? Kararı versem direk içimdeki Erol Taş’ı serbest bırakacağım ama henüz bir hedef seçip kilitlenemedim.

Tam onu mu yesem bunu mu yesem diye düşünürken “İkiz bakmak zor mu” dedi biri. Ayıp olmasın diye iki cümle ettim. Öteki atladı “Ooo benim de kaynımın ikizleri oldu…” Oradan bir kayın muhabbeti. Beri ki dedi ki tüp mü? Biri dedi ki kiminle bakıyorsun. Anacım sözde saklanıyordum. Projektör üzerime döndü resmen. Herkes bir şey soruyor. Ben hâlâ terliksiz olduğum çakılmasın diye ayaklarımı büküyorum masanın altında. Stresten sağım solum tikliyor. Ona bir cevap, buna bir yorum, aklım da yiyecekler de ha. Sussalar da yesem. Allah da vermiş bizim hatunlara bir çene. Herkes bir şey diyor ayol. Aval aval bakıyorum ben. Neyse konu kapandı. Gözler benden çevrildi. Derin bir nefes aldım, yine hangisine saldırsam diye bakıyorum.

Harika bir börek vardı. Önce onunla başlayayım dedim. Tam çatala taktım, ağzıma attım ki biri demesin mi bilmem ne cinayetini duydunuz mu. O zamanlar meşhur bir cinayet vardı. İsmini anıp canınızı sıkmayayım. Allah ölenlere rahmet etsin, kalanlarına sabır versin.

Benim tabi dünyadan haberim yok, günlerim gaz çıkarıp b.klu bez değiştirmekle geçiyor. “O ne yaa?” dedim. Oo millet de sanki o konuyu bekliyormuş gibi bir atladı. Biri an be an olayları anlatır, öteki annelerin cenazedeki feryatlarını, biri der önce tecavüz mü etmiş, öteki der kafasını mı kesmiş… İçim dışıma çıktı yemin ederim. Lokmalar boğazıma dizildi. Bıraktım böreği möreği. Yani bir an kendimi CSI New York’ta sandım. Olay yeri inceleme ekibi hazır, deliller tek tek toplandı, o mu suçlu, bu mu suçlu derken olan benim yemeklere oldu. Çayım oldu buz gibi.

“Aa yesene,” falan dediler ama o kadar kandan, figandan sonra iştah mı kaldı yav. Tabağıma baktım, biri maktulün gözü gibi göründü, öteki dişi, biri kulağı… Ayy çok fena oldum. Yiyemedim bir lokma. Çıkın yapıp yanıma alayım dedim, ayıp olur diye korktum. Bari çaktırmadan bir ikisini göğsüme atsaydım. Onu da yapamadım. Bir saat bile oturamadan tıkır tıkır, aç bilaç çıktım eve geldim.

Anneme anlattım, çok kızdı. “Ne dinliyorsun sen, kulağını kapatıp yeseydin ya” dedi. Yahu nasıl yiyeyim, cinayet masasının aman işte yemek masasının üzerinde bir ceset eksikti. İştah mı bıraktılar sanki insanda? Valla bilsem kulaklık götürürdüm yanımda.

İşte ilk ve son gezme hikâyem oydu. 2,5 sene oldu. Böyle bir davet almadım bir daha. Onu da almamışım ya neyse. Yanlışlıkla bile çağıran olmadı diyeyim. Hee bir iki kez bir komşum sağ olsun misafirine çağırdı. Onda da bebeleri satacak kimseyi bulamadım. Yanımda da burnumdan getirdiler, bir şey anlamadım.

Geçen hafta bir telefon aldım. Ortaokul arkadaşlarım buluşuyormuş, sağ olsunlar beni de unutmamışlar. Gelemem dedim, bebe belik. Öff dediler, anana bırak, kocana bırak, bu kadar yıpratma kendini. Önce yapamam diye düşündüm ama sonra niye olmasın dedim. Annemi aradım, birini bıraksam olur mu diye. Sağ olsun ikisini bir bırak dedi.

Yeni yılın ilk günü, bebeleri anama satıp arkadaşlarla buluşmaya gittim. Şu 2,5 yılda yaşadığım en güzel günlerden biriydi. Her şey ama her şey öyle güzeldi ki. Gerçi ben yine terlik götürmeyi unutmuşum, saçlarımı da taramamıştım ama olsun. Biz bizeydik. Hangır hangır güldük, çen çen çene yaptık… Tıpkı eski günlerdeki gibi. Ayların stresini üzerimden attım desem inanır mısınız? Döndüğümde başka bir insan oldum. Günlerdir yüzümde kocaman bir sırıtış var. Şarkı söyleyerek ev topluyorum. Girip çıkıp çocuklarımı yalıyorum. Hayata karşı daha müsamahalıyım artık. Şimdi anladım kadınların niye fellik fellik gezme gezdiğini. Evdeki bebelerden kaçıyorlarmış ayol.

Anama söylemeyin ama bunu daha sık yapmaya karar verdim, hem de pek sık! Adımı gezentiye çıkarmazsam namerdim. Elbette kendim için istemiyorum, her şey bebelerim için, onlara daha iyi bir anne olabilmek için! He tabi yanında pasta olursa da fena olmaz.

22 yorum

  1. Çok sevindim senin adına Secce. Bende oğlum 3,5 aylıkken işe başlamkta zorlanacağımı düşünmüştüm ama itiraf edeyim ilk gün çok mutluydum. Oh bee hayat devam ediyormuş demiştim.

  2. canım seccem.güldürdün yüzümü.ben oglum 6 aylık olana kadar kapıyı sadece çöp atmak için açtım.seni çok iyi anlıyorum.yan apartmanda kayınvalidem alt katında eltim üst katımda eşimin amcası + hanımı +oğlu ve onun eşi olmasına rağmen.şimdi oglum büyüdü 18 aylık.sepet gibi yanımda taşıyabiliyorum.ama beni yanlız bırakanları da şimdi ben yanlız bırakıyorum.

  3. selcen hanım ikizleri de lain gelin bana 🙂 hani benim iki veletle cok ahim sahim seyler yapamam belki ama konugum olursunuz ne guzel 🙂 bu arada istanbul da avrupa yakasında mısınız anadolu mu?

  4. Bak davet almaya basladin bile :)) iyi gezmeler, biz de daha cok yazi bekleriz ama simdi :))

  5. Ben de ilk zamanlarda 10 gün falan yıkanamadığımı bilirim, o kadar iyi anlıyorum ki külkedisi durumunu 🙂 Full time annelik çok zor, özellikle ikizlerle, insan zaman zaman sadece anne değil de, eş, arkadaş, insan olduğunu hatırlamak istiyor 🙂

  6. ikiz olunca çok farklı olur, kıyaslanamaz tabi bizim durumumuzla. Benim oğlan gittiğim yerde pek rahat vermiyor diye, ben milleti bizim eve topluyorum. Yapıyorum pasta,börek,çörek. Çocuklardan iki laf konuşmak zor oluyor ama, yine de insan yüzü görüp, muhabbet ediyoruz. Ama ben de kızım doğduğundan beri çocuksuz gezmeyi özledim ya.Oğlan tekken anneme bırakabiliyordum. Şimdi birini bırakıp, ötekini almam gerekiyor.

  7. secce dehşetsin kuzuma ya bu nası çay burnumdan çıktı az daha zorlasam kulağımdan çıkcaktı:)))))
    bebişim 2.5 aylık bana dedilerki 40 gün evden çıkma hooooyyt dedim noluyoz 40 koca gün patlar insan bea hadi çıkmadım desem aşısı var kontrolü var varda var…
    ben bebem 1 haftalıkken kaptım bebemi 50 km ötedeki teyzeme gittim pek çevrem yok oturduğum yerde diye:)))))
    bi gece kaldım sonna eve döndüm aradan 10 gün geçti 80 km ötedeki diğer teyzeme yallah yeni doğum yaptığım için kendime güvenemedim arabayı kullanmak için:)))) eşim götürdü
    markete kuaföre otogaran nereye gidiosam taşıdım bebemi
    1.5 aylıkken kaptım 1000 km ötedeki memlekete götürdüm bittimi yoooooooooook memeleketten döndük 2 gün sonna deniz aşırı yolculuğa çıkardım:)) tatile gittik deniz kum güneş:))))))
    sonna baktım bizimki arabada hipnoz oluyo alıp 30 km ötedeki arkadaşıma tek başıma gittim ve artık bebişi atıp her yere gidebilirim:)))
    bunları yaptığım için herkes bana çok kızdı bende arada kendimi suçlu hissettim ama bebişim hiç hasta olmadı ve şimdi diorum iyiki yapmışım nasıl geçerdi yoksa onca zaman?

  8. secce çok mutsuzken bile güldürdün ya beni:)
    bizde anadolu lisesinden arkadaşlarla buluşuyorz arada ve geçirdiğim en güzel günler oluyor gerçekten, kızlarla kaynatmak-gerekli gereksiz gülmek, kocayı vs. çekiştirmek. gerçekten psikoterapi gibi 😀

    1. çocuksuz birkaç saatin ne kadar değerli olduğunu anlamaktır annelik 🙂 devamını dilerim 😉

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.